29 Aralık 2009 Salı

Kozmik Odadan Ne Çıkar?


Kars demiryolunu imha planı çıkabilir mesela..

Bolu Tüneli’ni dinamitle havaya uçurma, Bolu Dağı’nda baskın krokisi çıkabilir. Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerine gelen iki viyadüğü patlatarak, Trakya ile Anadolu’nun karayolu irtibatını kesme talimatı çıkabilir. Zigana geçidini geçilemez hale getirme emri çıkabilir. Veya, bölgeyi tahliye edip, baraj kapaklarını açıp, sınırı bataklığa çevirme haritası çıkabilir.

Savaş halinde, Türkiye işgal edilirse...

Ne yapılması gerekiyorsa, o çıkar.

Bakın, geçen hafta İzmir’de Yunan casusu yakalandı, fırıncı... Çünkü o fırıncı, insan kaçakçılığı için kime, ne kadar ekstra ekmek lazım olduğunu biliyor. Normalden fazla ekmek talep edildiğinde, anlıyor ki, normalden fazla insan gelmiş oraya... Ve, anında Yunan’a ispiyonluyor ki, bu normalden fazla biriken insan, bugün yarın Yunan adasına geçmek üzere!

Hayatidir ekmek... Savaş sırasında kaçıp saklanmak yerine, çoluğunu çocuğunu bırakıp, ekmek çıkarmakla yükümlü olan yurtsever fırıncıların listesi çıkar, o kozmik odadan... Sen bilmemne hastanesinde sıradan doktor sanırsın, o aslında, savaşta yeraltına inen ve vuruşurken yaralanan kahramanların gizli gizli ameliyatına girecek doktordur. İsim isim bellidir; eczacılar... Tamirci sanırsın, TIR’dan söker, tanka takar. Taksici zannedersin, bakkal bilirsin, çiçekçidir, elektrik kesik, telefon kesik, kim yapacak gözünü karartıp kuryeliği

Her ülke işgale karşı hazırlık yapar; İsrail’i ele al... Neden bütün devlet birimlerini Kudüs’te toplamışken, bi tek Savunma Bakanlığı’nı Tel Aviv’de tutar?

Ya da şöyle sormalı belki...

Neden başkentimizi Sinop’a, Antalya’ya filan kurmadı da, coğrafyanın tam göbeğine, yumruk mesafesinin dışına, Ankara’ya kurdu Mustafa Kemal?

Haysiyetsiz arkadaşlar uçağa, gemiye atlayıp, vınn, yurtdışına kaçtığında kime tutunacak bu ülke? Kapı numaraları, adresler, isimler, kodlar... İşte, onların listesi çıkar o kozmik odadan.

Mesela, Susurluk kazasının yaşandığı o yol, neden durup dururken 30 metre genişler ve havaalanına benzer? Stepne havaalanıdır çünkü... Özellikle Ege sahillerinde, hepsi sıkış tepiş, daracıkken, bazı yazlık sitelerin içinde, şaşırtıcı şekilde, otoyol benzeri yollar vardır, ki, karşıdaki adaya çıkarma söz konusu olursa, kullanılabilsin... Listeleri sizce nerededir?

Özetlersek:

Adı üstünde, kozmik...

Sır’dır, sızmamalıdır.

Aksi halde.

“Vay vay vay! Hükümete karşı kaos çıkarmak isteyen Genelkurmay, Boğaz Köprüsü’nü havaya uçurmak için hain plan yapmış, aha bu da krokisi” şeklindeki manşetlere hazır olun.

19 Aralık 2009 Cumartesi

Seni Bu Yamyam Kibirin Öldürecek...



Bilboardlardaki resimlerine baktım; güya “kudretli” görünesin diye en çılgın bakışlı fotoğraflarını seçmişler. Kontrolsüz bir adrenalin ile geldiği yeri hazmedemeyişi harmanlayan deli bakışları.

Ne yapsan olmuyor.
Kültürsüzlüğün, görgüsüzlüğün, basitliğin, açlığın her şeyin önüne geçiyor. Sadece çalma, çırpmaya, vebal almaya işleyen kıt aklın bile durup durup sana “Saygı görmüyorsun, sende bir şeyler eksik” diye fısıldıyor. Bu fısıltıyı duydukça iyice kontrolden çıkıyorsun. “Bana saygı duyun, önümde eğilin. Eteklerimi öpün” diye tepiniyorsun ama olmuyor.
Olmuyor işte.

En yakınındakiler bile senin iflah olmaz kifayetsizliğ ine, insanlıktan çıkmış öfkene, Allah'a şirk koşma noktasına gelmiş kibrine dayanamıyorlar.

En uyanıklar ile kullanım tarihinin tamamen sona gelmesini bekleyenler kaldı sadece çevrende. Bir de bir delinin gölgesi ardında kirli oyunlarını yürütenler.

Boşsun, bomboşsun.
Bir genelev fedaisi kadar ruhsuz ve hoyratsın.
Kabadayılığın da hikâye, dobralığında yalan, “delikanlılığın” da naylon.
Hak, hakkaniyet, adalet, merhamet gibi kavramlar kapından bile geçmemiş.
Alım-satım ustalığından, ticari uyanıklıktan dem vurarak örtmeye çalışıyorsun bu büyük eksikliğin üzerini.

Sahi kimsin sen?

Hep aynı yerden servis edilen üç adet gençlik, çocukluk ve askerlik fotoğrafından başka neden görüntün yok senin?
Hangi okulları bitirdin, kimlerle aynı sıralarda oturdun?
İlkokul öğretmenin kim?
Neden bir kişi bile çıkıp seninle ilgili bir tek anısını anlatmıyor?
Seda Sayan'ın bile mahalle yıllarından bir fotoğraf çıkıp geliyor da, senin geçmişin neden bu kadar sis perdelerinin ardında gizli?
“Olmayan” biri misin yoksa sen; laboratuarda mı imal edildin? Hangi merkezlerde programlandı hastalıklı beynin?

Bütün değerlerden neden bu kadar yoksunsun; en kutsal kavramların içini boşaltmada nasıl bu kadar maharetlisin? Hurafe, iftira, şirret ve cehaletten beslenen dilin; hırstan ve doymamışlıktan ibaret kişiliğin, bir ağaç kovuğundan başka hiçbir şey olmayan fani bedeninle tarihin onurlu sayfalarında yer almaya soyunma cesaretini nereden buldun.

Duyduk ki şimdi de “padişahçılık” oynuyormuşsun. Şah oldun, sıra şahbaz olmaya geldi. Her mevki ve makamı tattın, geriye “padişahlık” kaldı öyle mi?
Senin montaj ürünü kimlik ve bedeninden kuşkusuz bir Fatih, bir Yavuz, bir Kanuni olmaz ama Deli İbrahim-Vahdettin karışımı bir kukla, pekâlâ olabilir. Seni bütün bu defolarınla sahnede tutanların işine fazlasıyla yarar böyle acınası bir bez bebek.

Esiyorsun, gürlüyorsun, tepiniyorsun.
Pazarcı gibi tiz çığlıklar atıyorsun.
Deli bakışlarını devire devire, boyun damarlarını şişire şişire höykürüyorsun.

İyi de sen ne istiyorsun?

Karun oldun. Çocukların ülkedeki simit tablalarından bile haraç alıyor, gudubet karın ipek kumaşlara, paha biçilmez mücevherlere büründü. Şakşakçıların ceylan derisi koltuklarda basen büyütüyor. Bu kadarı da olmaz ki diyen kim varsa işinden aşından ettin, zindanlara attın, ailelerini açlığa mahkûm ettin. Gencecik üniversite mezunları işsizlikten intihar ediyor. Doktorlar, öğretmenler, polisler, subaylar açlık sınırında yaşıyor; emekliler pazarlardan sebze artığı topluyor. Şehit katilleri Meclis'te suratımıza çemkiriyor. Sen hâlâ üstündeki pahalı elbiselerin, özel yapım som altın kol saatin, ipek kravatınla karşımıza geçip kusuyorsun da kusuyorsun.

Kime bu kinin?
Nereye doğru gittiğini bir gün olsun düşündün mü? Olmayan vicdanınla bir gün olsun kendine “Acaba biraz ileri mi gidiyorum” diye sordun mu?
İtikadın da yalan biliyoruz.
Ama bir gün olsun “Ya hesap günü varsa” diye endişelendiğin oldu mu?

Evet var.
Hesap günü var.
Ve sanki bu saldırganlığın, bu doymazlığın, tamah etmez azmışlığın, O hesap gününü biraz daha yaklaştırıyor. Artık Allah’ın gözüne batıyorsun birader!
Fazla parazit yapıyorsun, ortalığı hacminden fazla kirletiyorsun. Elde ettiklerinle şükür etmeyi, biraz da başkalarını düşünmeyi başaramadın. Böyle bir kapasiten yok çünkü.

Dünyaya yemeye, içmeye, dışkılamaya, kin ve nefret aşılamaya gelmişlerdensin. Üste bir de kibir yapıyorsun, işte bu hiç çekilmiyor...

Senin sonunu da bu yamyam kibrin getirecek…

12 Aralık 2009 Cumartesi

Ya PKK ‘yapmadım’ deseydi?

Habur...
(İnfazsız yargı.)
- Niye geldiniz?
- Sayın Öcalan emretti.
- Kendi isteğinizle geldiniz yani...
- Hayır, liderimiz istedi.
- Demek örgütten ayrıldınız...
- Ayrılmadık, PKK’lıyız.
- Pişmansınız o halde...
- Yo-oo, değiliz.
- Yaz kızım, örgüt üyesi olmadıklarına, etkin pişman olduklarına, beraatlerine...
Tokat...
(Yargısız infaz.)
“Ne malum PKK’nın yaptığı?”
“Üstlenmediler ki...”
“Derin güçlerin işi...”
“Provokasyon.”
“Baykal hıyanet içinde.”
“Yeri çok düşündürücü...”
“Bahçeli’nin kalesi orası.”
Ama en çok şunu beğendim:
“PKK’yı hedef gösteriyorlar!”
Bu arkadaşlar aklını o kadar yitirdi ki, inanmak için PKK’dan “resmi açıklama” bekliyorlar artık.
Vurması yetmiyor çünkü... Üstüne “şahitlik” yapması gerekiyor PKK’nın.
Ve, bu ülkenin yurtsever insanları üzerinde öylesine “yalan, iftira ve karalama baskısı” kurulmuş ki... Bir taraftan şehitlere kahrolurken, bir taraftan PKK’nın üstlenmesine sevinileceği, 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

1 Aralık 2009 Salı

KATSAYI



Vicdanının sesini dinlediğini iddia eden bazı arkadaşlar, “Neden imam hatiplere, meslek liselerine katsayı engeli olsun? Her vatandaş eşit değil mi, bu nasıl adalet?” diye soruyor.
Halbuki vicdan, adaletli olmalı.
Düz liseye giden çocuk, risk alıyor. Moda deyimle, “risk grubunda”dır... Üniversiteyi kazandı kazandı... Kazanamadı, mesleksiz kalıyor, ayazda... Dolayısıyla bu aldığı riskin bir ödülü olmalı: Katsayı avantajı.
Meslek lisesini tercih eden çocuk, düz liseye gidenin aldığı riski almıyor. Üniversiteyi kazandı kazandı... Kazanamadı, altın bileziği, mesleği var. Haliyle, iş bulma şansı da var.
İmam hatibi tercih eden çocuk ise... Hem düz liseye gidenin göze aldığı riski almıyor, hem de, meslek lisesine gidenlere göre avantajlı. Çünkü, üniversiteyi kazandı kazandı... Kazanamadı, imam olarak, işi garanti, devlet güvencesiyle başlıyor. Dolayısıyla, göze almaya korktuğu riskin, bir ceremesi olmalı... O da, katsayı dezavantajı.
Aslına bakarsanız, imam hatiplerin yolunu açmak için, tüm meslek liselerinin aynı kapsamda değerlendirilmesi de yanlış... Meslek lisesini bitiren çocuğun mesleği var ama, işi garanti değil... Devlet baba, imamlar gibi banko işe almıyor, elektrikçileri, tornacıları... Bu nedenle, meslek lisesini bitirenlerin katsayısı, düz liseden az, imam hatiplerden çok olmalı.)
Sıkışınca da diyorlar ki:
“İmam hatibe gitsin, fena mı, dinini öğrensin, dinini bilen doktorlar, avukatlar olsun.”
Boşver sen doktoru moktoru, Cumhurbaşkanımız mesela, düz lise mezunu... Dinini bilmiyor mu? Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç, düz lise mezunu... Namaz kıldıramaz mı?
Katsayı engel değildir...
Aksine, adalettir.
Ve, vicdanının sesini dinlediğini iddia eden arkadaşların sormadığı soru şudur: “Cami sayısı belliyken, memleketin bu kat be katsayıda imama ihtiyacı var mı?”