6 Nisan 2010 Salı

Bul karayı al parayı yap anayasayı kap dolarları


Bi anayasa kâğıdı getirdiler.
Meclis Başkanı’nın imzası var.
Bi başka kâğıt getirdiler.
Meclis Başkanı’nın imzası yok.
Sonra onu da geri çektiler.
Bi kâğıt daha getirdiler.
*
Böylece ne olmuş oldu?
Üç kâğıt...
*
Ve diyorlar ki:
“Evet derseniz, zengin olacağız, acayip kalkınacağız, kişi başı milli gelirimiz 15 bin dolar olacak.”
*
Bence “evet” deyin.
*
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” maddesini, ay başında kira olarak ev sahibine verin... “Sosyal bir hukuk devletidir” maddesiyle, elektriği, suyu, doğalgazı ödeyin... Telefon faturası geldiğinde, çekinmeyin çıkarın, “herkes haberleşme hürriyetine sahiptir” maddesini gösterin.
*
Anayasal hakkınızı kullanın, kiradan kurtulun; “herkes sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına sahip”tir, ki, madde 56’nın gereğidir, gidin bi villa sitesine yerleşin... Başvurun “kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz” maddesiyle, çocuğu en yakın özel okula yazdırın. Sağlık desen... “Hap” gibi olduğunu Başbakanımız söylüyor.
Her derde deva, yutun.
*
“Herkes seyahat özgürlüğüne sahip” olduğuna göre, hangi biletin parasını istiyor THY? Akbil gibi madde maşallah, gösterin, vapura otobüse beleş binin... E “herkes sanatı öğrenme hakkına sahip” zaten, gişeye uzatın, sinemaya, tiyatroya, konsere avanta girin.
*
Bu müreffeh ortam, haliyle, yengeyi şımartabilir... “Boyun bosun devrilsin, bi pırlanta alamadın bana” diye tutturursa, açın Anayasa’yı, “bütçe kanununa ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz” maddesini hatırlatın... Tatmin olmazsa, madde 162’yi gösterin, “bütçenin görüşülmesi sırasında, gider arttırıcı öneride bulunulamaz!”
*
“Hiçbir zümreye, sınıfa imtiyaz tanınamaz... Dinlenmek çalışanın hakkıdır” maddelerini gösterirsiniz patrona... Patron da “sen bilirsin şekerim, aha kapı orda, defol git” zarfına koyarak, “özel teşebbüsler kurmak serbesttir” maddesini öder maaş olarak, Allah bereket versin.
Kurarsınız özel teşebbüsünüzü...
Gül gibi geçinir gidersiniz.
*
Ve hatta... “Herkes dilediği alanda çalışma hürriyetine sahiptir” maddesi kapı gibi dururken, siz niye işsiz geziyorsunuz ki hâlâ? Yaşınız tutuyorsa “25 yaşını dolduran herkes milletvekili seçilebilir”i kullanın, siyasete atılın. Baktınız olmadı... “Devlet, şehitlerin dul ve yetimlerine toplumda yaraşır bir hayat seviyesi sağlar” maddesi var.
Şehit olun.
*
Dolayısıyla; referandumda evet dersek, benim hesaplarıma göre, kişi başı 15 bin dolar milli gelir bile az... TÜİK bi daha baksın, 75 bin doları filan rahat bulur.

13 Mart 2010 Cumartesi

Rampaların ustasıyım kozmiklerin hastasıyım

Türkiye nerelere geldi insanlar senaryo üretip bu senaryolarada inanmaya başladılar bakınız bir kendini bilmez nasıl bir mail atıı ortalık birbirine girdi.20 yıldır emniyetin ve jandarmanın bildiği bir şekilde taşınan askeri mühimmatlar nasıl olduda bu maille bir anda unutuldu HAYRETTTT Kİ NE HAYREETT ...

İŞTE O MAİL

“15.57.17’de Ankara Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü’ne mehmetali06168@hotmail adresinden gönderilen mesajın konu bölümünde “çok önemli lütfen
bakınız” ibaresi yer alıyor. Başkenti ayağa kaldıran mesaj şöyle: “06 BJ 9915 plakalı MAN kamyona dikkat!!! Ankara Seferberlik Tetkik Kurulu ve ‘Kozmik Oda’da yapılan aramalardan sonra Seferberlik üyeleri telaşa düştü. Ankara Seferberlik Tetkik Kurulu kullanmış olduğu sivil personelden bütün kirli silahları birer birer toplayarak Ankara’ya getirtiyor. Az önce Afyon’dan yola çıkan ve Ankara’ya gelecek olan 06 BJ 9915 plakalı MAN kamyona uzun namlulu silahları olan şahıslar nezaret ediyor. Polis uygulamasından kurtulmak için araca subay kimliği taşıyan silahlı bir kişi bindirildi. Bu aracı mutlaka kontrol edin ama dikkatli olmalısınız. Çünkü silahlara nezaret eden uzun namlulu silah taşıyan kişi gerekirse çatışmaya girmeye de hazır olacak. Sevkıyatın ilk durağı Ankara, silahlar burada elden geçirildikten sonra namluları temizlenecek, seri numaraları değiştirilecek.”

DEĞERLİ YAZARIMIZ YILMAZ ÖZDİL'DE BU OLAYA İSTİNADEN YAZMIŞ OLDUĞU KÖŞE YAZISINDAN ALINTIDIR...

Ankara’da yol kestiler, Türk “Silahlı” Kuvvetleri’ne ait “silah” yakaladılar iyi mi... Manşetlerinden soruyorlar, bu “silah”ların Türk “Silahlı” Kuvvetleri’nde ne işi var!
155’e esrarengiz telefon geliyor mesela...
- Etimesgut tank dolu.
- Kimsiniz?
- Bir dost.
Ve, diyorlar ki:
“Kamyonla bomba mı taşınır?”
Ya neyle taşınır?
Bu sefer diyorlar ki:
“Sivil kamyonla mı taşınır?”
Birincisi, yeni değil, teee 1990’dan beri, yani 20 senedir sivil kamyonla taşınıyor. (Genelkurmay’ın bu konuda sana bilgi vermemesi ayıp gerçekten...) İkincisi, sivil kamyon kullanmasınlar ama, Erzincan’da askeri kamyonları test etmek için şurdan şuraya götürdüler diye, kamyonların komutanını “darbecilik”ten ifadeye çağırmadılar mı?
Bu sefer de diyorlar ki:
“Peki, niye trenle taşınmadı?”
Kardeşim, burası Almanya değil ki, her tarafın demiryolu olsun... İlla trenle getireceksen, mecburen Aydın’a kadar gene kamyonla taşımak zorundasın... Çünkü, Muğla’dan Ankara’ya tren yok. Aslına bakarsan, Muğla’da tren yok... Seni üzmek istemem ama, ray bile yok!
(Muğla’da hakikaten tren garı yok mu, dersen... Var. Dalaman Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün bahçesinde var! Çünkü, Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa ava çok meraklıymış... Dalaman o zamanlar ideal av yeri... Tapusu da Mısır Hidivi’nin... 1903 senesinde, iki tane bina ısmarlamış, “Dalaman’a av köşkü yapın, İskenderiye’ye de gar binası yapın” demiş. Yapmışlar... Ama küçük bi hatayla... Planları karıştırıp, garı Dalaman’a, av köşkünü İskenderiye’ye dikmişler... Şimdi gidin bakın İskenderiye’ye, tren yolunda av köşkü duruyor, Dalaman’da ineklerin arasında tren garı!)
Gülüyorsunuz ama, Türk “Silahlı” Kuvvetleri’nde “silah”ın ne işi var diye soran arkadaşlar, işte bunların torunları.
Ya da ne bileyim...
Patlatın bi ihbar mektubu:
“Mürted’e dikkat...
Uçakları da var bunların.”

29 Aralık 2009 Salı

Kozmik Odadan Ne Çıkar?


Kars demiryolunu imha planı çıkabilir mesela..

Bolu Tüneli’ni dinamitle havaya uçurma, Bolu Dağı’nda baskın krokisi çıkabilir. Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerine gelen iki viyadüğü patlatarak, Trakya ile Anadolu’nun karayolu irtibatını kesme talimatı çıkabilir. Zigana geçidini geçilemez hale getirme emri çıkabilir. Veya, bölgeyi tahliye edip, baraj kapaklarını açıp, sınırı bataklığa çevirme haritası çıkabilir.

Savaş halinde, Türkiye işgal edilirse...

Ne yapılması gerekiyorsa, o çıkar.

Bakın, geçen hafta İzmir’de Yunan casusu yakalandı, fırıncı... Çünkü o fırıncı, insan kaçakçılığı için kime, ne kadar ekstra ekmek lazım olduğunu biliyor. Normalden fazla ekmek talep edildiğinde, anlıyor ki, normalden fazla insan gelmiş oraya... Ve, anında Yunan’a ispiyonluyor ki, bu normalden fazla biriken insan, bugün yarın Yunan adasına geçmek üzere!

Hayatidir ekmek... Savaş sırasında kaçıp saklanmak yerine, çoluğunu çocuğunu bırakıp, ekmek çıkarmakla yükümlü olan yurtsever fırıncıların listesi çıkar, o kozmik odadan... Sen bilmemne hastanesinde sıradan doktor sanırsın, o aslında, savaşta yeraltına inen ve vuruşurken yaralanan kahramanların gizli gizli ameliyatına girecek doktordur. İsim isim bellidir; eczacılar... Tamirci sanırsın, TIR’dan söker, tanka takar. Taksici zannedersin, bakkal bilirsin, çiçekçidir, elektrik kesik, telefon kesik, kim yapacak gözünü karartıp kuryeliği

Her ülke işgale karşı hazırlık yapar; İsrail’i ele al... Neden bütün devlet birimlerini Kudüs’te toplamışken, bi tek Savunma Bakanlığı’nı Tel Aviv’de tutar?

Ya da şöyle sormalı belki...

Neden başkentimizi Sinop’a, Antalya’ya filan kurmadı da, coğrafyanın tam göbeğine, yumruk mesafesinin dışına, Ankara’ya kurdu Mustafa Kemal?

Haysiyetsiz arkadaşlar uçağa, gemiye atlayıp, vınn, yurtdışına kaçtığında kime tutunacak bu ülke? Kapı numaraları, adresler, isimler, kodlar... İşte, onların listesi çıkar o kozmik odadan.

Mesela, Susurluk kazasının yaşandığı o yol, neden durup dururken 30 metre genişler ve havaalanına benzer? Stepne havaalanıdır çünkü... Özellikle Ege sahillerinde, hepsi sıkış tepiş, daracıkken, bazı yazlık sitelerin içinde, şaşırtıcı şekilde, otoyol benzeri yollar vardır, ki, karşıdaki adaya çıkarma söz konusu olursa, kullanılabilsin... Listeleri sizce nerededir?

Özetlersek:

Adı üstünde, kozmik...

Sır’dır, sızmamalıdır.

Aksi halde.

“Vay vay vay! Hükümete karşı kaos çıkarmak isteyen Genelkurmay, Boğaz Köprüsü’nü havaya uçurmak için hain plan yapmış, aha bu da krokisi” şeklindeki manşetlere hazır olun.

19 Aralık 2009 Cumartesi

Seni Bu Yamyam Kibirin Öldürecek...



Bilboardlardaki resimlerine baktım; güya “kudretli” görünesin diye en çılgın bakışlı fotoğraflarını seçmişler. Kontrolsüz bir adrenalin ile geldiği yeri hazmedemeyişi harmanlayan deli bakışları.

Ne yapsan olmuyor.
Kültürsüzlüğün, görgüsüzlüğün, basitliğin, açlığın her şeyin önüne geçiyor. Sadece çalma, çırpmaya, vebal almaya işleyen kıt aklın bile durup durup sana “Saygı görmüyorsun, sende bir şeyler eksik” diye fısıldıyor. Bu fısıltıyı duydukça iyice kontrolden çıkıyorsun. “Bana saygı duyun, önümde eğilin. Eteklerimi öpün” diye tepiniyorsun ama olmuyor.
Olmuyor işte.

En yakınındakiler bile senin iflah olmaz kifayetsizliğ ine, insanlıktan çıkmış öfkene, Allah'a şirk koşma noktasına gelmiş kibrine dayanamıyorlar.

En uyanıklar ile kullanım tarihinin tamamen sona gelmesini bekleyenler kaldı sadece çevrende. Bir de bir delinin gölgesi ardında kirli oyunlarını yürütenler.

Boşsun, bomboşsun.
Bir genelev fedaisi kadar ruhsuz ve hoyratsın.
Kabadayılığın da hikâye, dobralığında yalan, “delikanlılığın” da naylon.
Hak, hakkaniyet, adalet, merhamet gibi kavramlar kapından bile geçmemiş.
Alım-satım ustalığından, ticari uyanıklıktan dem vurarak örtmeye çalışıyorsun bu büyük eksikliğin üzerini.

Sahi kimsin sen?

Hep aynı yerden servis edilen üç adet gençlik, çocukluk ve askerlik fotoğrafından başka neden görüntün yok senin?
Hangi okulları bitirdin, kimlerle aynı sıralarda oturdun?
İlkokul öğretmenin kim?
Neden bir kişi bile çıkıp seninle ilgili bir tek anısını anlatmıyor?
Seda Sayan'ın bile mahalle yıllarından bir fotoğraf çıkıp geliyor da, senin geçmişin neden bu kadar sis perdelerinin ardında gizli?
“Olmayan” biri misin yoksa sen; laboratuarda mı imal edildin? Hangi merkezlerde programlandı hastalıklı beynin?

Bütün değerlerden neden bu kadar yoksunsun; en kutsal kavramların içini boşaltmada nasıl bu kadar maharetlisin? Hurafe, iftira, şirret ve cehaletten beslenen dilin; hırstan ve doymamışlıktan ibaret kişiliğin, bir ağaç kovuğundan başka hiçbir şey olmayan fani bedeninle tarihin onurlu sayfalarında yer almaya soyunma cesaretini nereden buldun.

Duyduk ki şimdi de “padişahçılık” oynuyormuşsun. Şah oldun, sıra şahbaz olmaya geldi. Her mevki ve makamı tattın, geriye “padişahlık” kaldı öyle mi?
Senin montaj ürünü kimlik ve bedeninden kuşkusuz bir Fatih, bir Yavuz, bir Kanuni olmaz ama Deli İbrahim-Vahdettin karışımı bir kukla, pekâlâ olabilir. Seni bütün bu defolarınla sahnede tutanların işine fazlasıyla yarar böyle acınası bir bez bebek.

Esiyorsun, gürlüyorsun, tepiniyorsun.
Pazarcı gibi tiz çığlıklar atıyorsun.
Deli bakışlarını devire devire, boyun damarlarını şişire şişire höykürüyorsun.

İyi de sen ne istiyorsun?

Karun oldun. Çocukların ülkedeki simit tablalarından bile haraç alıyor, gudubet karın ipek kumaşlara, paha biçilmez mücevherlere büründü. Şakşakçıların ceylan derisi koltuklarda basen büyütüyor. Bu kadarı da olmaz ki diyen kim varsa işinden aşından ettin, zindanlara attın, ailelerini açlığa mahkûm ettin. Gencecik üniversite mezunları işsizlikten intihar ediyor. Doktorlar, öğretmenler, polisler, subaylar açlık sınırında yaşıyor; emekliler pazarlardan sebze artığı topluyor. Şehit katilleri Meclis'te suratımıza çemkiriyor. Sen hâlâ üstündeki pahalı elbiselerin, özel yapım som altın kol saatin, ipek kravatınla karşımıza geçip kusuyorsun da kusuyorsun.

Kime bu kinin?
Nereye doğru gittiğini bir gün olsun düşündün mü? Olmayan vicdanınla bir gün olsun kendine “Acaba biraz ileri mi gidiyorum” diye sordun mu?
İtikadın da yalan biliyoruz.
Ama bir gün olsun “Ya hesap günü varsa” diye endişelendiğin oldu mu?

Evet var.
Hesap günü var.
Ve sanki bu saldırganlığın, bu doymazlığın, tamah etmez azmışlığın, O hesap gününü biraz daha yaklaştırıyor. Artık Allah’ın gözüne batıyorsun birader!
Fazla parazit yapıyorsun, ortalığı hacminden fazla kirletiyorsun. Elde ettiklerinle şükür etmeyi, biraz da başkalarını düşünmeyi başaramadın. Böyle bir kapasiten yok çünkü.

Dünyaya yemeye, içmeye, dışkılamaya, kin ve nefret aşılamaya gelmişlerdensin. Üste bir de kibir yapıyorsun, işte bu hiç çekilmiyor...

Senin sonunu da bu yamyam kibrin getirecek…

12 Aralık 2009 Cumartesi

Ya PKK ‘yapmadım’ deseydi?

Habur...
(İnfazsız yargı.)
- Niye geldiniz?
- Sayın Öcalan emretti.
- Kendi isteğinizle geldiniz yani...
- Hayır, liderimiz istedi.
- Demek örgütten ayrıldınız...
- Ayrılmadık, PKK’lıyız.
- Pişmansınız o halde...
- Yo-oo, değiliz.
- Yaz kızım, örgüt üyesi olmadıklarına, etkin pişman olduklarına, beraatlerine...
Tokat...
(Yargısız infaz.)
“Ne malum PKK’nın yaptığı?”
“Üstlenmediler ki...”
“Derin güçlerin işi...”
“Provokasyon.”
“Baykal hıyanet içinde.”
“Yeri çok düşündürücü...”
“Bahçeli’nin kalesi orası.”
Ama en çok şunu beğendim:
“PKK’yı hedef gösteriyorlar!”
Bu arkadaşlar aklını o kadar yitirdi ki, inanmak için PKK’dan “resmi açıklama” bekliyorlar artık.
Vurması yetmiyor çünkü... Üstüne “şahitlik” yapması gerekiyor PKK’nın.
Ve, bu ülkenin yurtsever insanları üzerinde öylesine “yalan, iftira ve karalama baskısı” kurulmuş ki... Bir taraftan şehitlere kahrolurken, bir taraftan PKK’nın üstlenmesine sevinileceği, 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

1 Aralık 2009 Salı

KATSAYI



Vicdanının sesini dinlediğini iddia eden bazı arkadaşlar, “Neden imam hatiplere, meslek liselerine katsayı engeli olsun? Her vatandaş eşit değil mi, bu nasıl adalet?” diye soruyor.
Halbuki vicdan, adaletli olmalı.
Düz liseye giden çocuk, risk alıyor. Moda deyimle, “risk grubunda”dır... Üniversiteyi kazandı kazandı... Kazanamadı, mesleksiz kalıyor, ayazda... Dolayısıyla bu aldığı riskin bir ödülü olmalı: Katsayı avantajı.
Meslek lisesini tercih eden çocuk, düz liseye gidenin aldığı riski almıyor. Üniversiteyi kazandı kazandı... Kazanamadı, altın bileziği, mesleği var. Haliyle, iş bulma şansı da var.
İmam hatibi tercih eden çocuk ise... Hem düz liseye gidenin göze aldığı riski almıyor, hem de, meslek lisesine gidenlere göre avantajlı. Çünkü, üniversiteyi kazandı kazandı... Kazanamadı, imam olarak, işi garanti, devlet güvencesiyle başlıyor. Dolayısıyla, göze almaya korktuğu riskin, bir ceremesi olmalı... O da, katsayı dezavantajı.
Aslına bakarsanız, imam hatiplerin yolunu açmak için, tüm meslek liselerinin aynı kapsamda değerlendirilmesi de yanlış... Meslek lisesini bitiren çocuğun mesleği var ama, işi garanti değil... Devlet baba, imamlar gibi banko işe almıyor, elektrikçileri, tornacıları... Bu nedenle, meslek lisesini bitirenlerin katsayısı, düz liseden az, imam hatiplerden çok olmalı.)
Sıkışınca da diyorlar ki:
“İmam hatibe gitsin, fena mı, dinini öğrensin, dinini bilen doktorlar, avukatlar olsun.”
Boşver sen doktoru moktoru, Cumhurbaşkanımız mesela, düz lise mezunu... Dinini bilmiyor mu? Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç, düz lise mezunu... Namaz kıldıramaz mı?
Katsayı engel değildir...
Aksine, adalettir.
Ve, vicdanının sesini dinlediğini iddia eden arkadaşların sormadığı soru şudur: “Cami sayısı belliyken, memleketin bu kat be katsayıda imama ihtiyacı var mı?”

25 Kasım 2009 Çarşamba

İşte Öyle Bir Şey

Keder iste, darmadağan..
Ne kadar da yalnızım, içler acısı ama yaşayan bilir elbette..
Bugün bir çiçeğe dokundum, bu kadar mı zordu filizlenmem.. Bir ışığım bile yok, anlıyor musun?
Toparlanması güç bir yığın soru işareti meşgul etse de beynimin kalbe en yakın kısmını, bilmediğim bir şeyleri özlüyorum elimde değil..
Yalnızlık astarı yüzünden pahalı birşey demiş miydim... Bu suskunluksa aslında içimden esiyor, bakma dışarı vurduğuma.. Kuracak yeni bir hayatım yoksa da "yine de uğraşıyorum rastgele, bu eskimiş kelimelerle.."
İşte böyle bazen nerden eserse essin, rüzgar her fırsatta can yakar. Bak kaç yaşıma geldim hala yaralanmamayı öğrenemedim. Bir yanım sanki hep kanayacakmış izlenimi veriyor bana, öylesine hazır ki kırılmaya, yokolmaya belki, belkide vurulmaya, susmaya.. Gittim gitmedim, kalmadım başımı eğdim, kal dediler tükettim.. "Git.." dedim sustu, "e gel.." dedim bitti... Ben de "bu devri devranın...." diye başlayan tüm cümleleri yoluna serdim kabul et öyleyse.. Sonra birden büyük bir fırtına, şaka gibi.. Şimdi başka cümleler kuruyorum belki, anımsamıyorum belki, belki hiç olmadı da kimbilir. Neresinden bakarsan bak kan revan içinde her bir yerim. Yine sessizliklerle dolu konuşmalar, yine bir ton kalp kırıklığı, yine serzeniş yüklü bulutlar, yine keşkeler ki sanki her biri bana özel online pişmanlıklar. Şarkılar hala mutsuz içimde, kendilerine bir yer bulamadan ölüp gidecekler belkide, sahi bir şarkımız bile olmadı bizim değil mi? Sonunda ölüm olmasa bu hayata katlanır mıydım bilmiyorum, şu saatten sonra hangi eskileri anımsayıp ders alınır bilmiyorum, bunların çaresi var mı bilmiyorum, keşke başka türlü olsa mıydı bazı şeyler bilmiyorum, tüm bunların içinde ne olacak bu halim bilmiyorum..
Bir zamanlar bir yerden duymuştum, önemsememiştim ama şimdi yeri gelince anlıyorum.. “İnsanlardan yapabileceğinden fazlasını beklersen tek elinde kalan hayal kırıklığı olacaktır.”
Biriktirdim onları, mutlu mesut yaşıyoruz ne güzel. Koca bir yaz geçti, kış geldi, gitti.. Ne umduğumla ne bulduğum arasındaki mesafelerden bahsetmeyeceğim, düşünmesi ve hatta yazması bile fazlaca can sıkıcı. Ama umursamayacağım artık, isterse taş yağsın başımıza görmezden geleceğim!

Yorgunum Bu Günlerde

Yorgunum..
Yaşamaktan değil ama yaşatmaktan..
Didinmekten,gözümde canlansa bile yaptıklarım..
Zayıflığımın tepesinde şovalye rengine bürünmekten..
Nerede olduğumu bilsem bile..
Yorgunum..

Yaptıklarımdan değil yapamadıklarımdan..
Yaşamadıklarımdan, yaşatamadıklarımdan..
Yıprandım, kırıldım, eğildim..
Kestirip atamadıklarımdan ve attıklarımı unutamamaktan..
Yorgunum..

Hissettiklerinden değil hissetmediklerinden..
Kafesleri kırmak zorunda olduğundan,
İstemesem de gerildim, kızdım..
Sıkıldım sevgimi kanıtlamaktan..
Yorgunum..

Anlatmaktan seni, onu, diğerini..
Anlatamadım, dinletemedim..
Kimim ? Neyim ben ?
Beklemekten sıkıldım...
Ne zaman sıra bana gelecek dinleneceğim diye..
Yorgunum..

Yürümekten karıncanın ağırlığıyla..
Mutsuzum..
Gösteremediğim için geçtiğimiz yerleri..
Ben her adımını yaşasam bile yolculuğun..
Farkında olamamandan..
Yoruldum..

10 Kasım 2009 Salı

Yılmaz Özdil'in Kaleminden 10 Kasım


Saat 9’u 5 dakika 3 saniye geçe!
Matem günü değildir...
Doğru.
*
Yeniden doğduğu gündür...
Her sene yeniden.
*
Malum şahıs, ABD ziyaretinde Obama’yla sohbet ederken, laf dönmüş dolaşmış, genetiği değiştirilmiş organizma teknolojisine gelmiş; Obama gururla, “Bu konuda öyle ilerledik ki, neredeyse ölüyü bile diriltebilecek hale geldik” demiş... Bizimki altta kalır mı, “Bizim çalışmalarımız da müspet neticeler vermeye başladı” demiş, “Biz de DNA’larında oynayarak, 100 metreyi 3 saniyede koşan sporcular yetiştirebiliyoruz artık!”
*
Gel zaman git zaman, Obama iadeyi ziyarete gelmiş, “100 metreyi 3 saniyede koşanları” görmek istemiş... Bizimkini ter basmış tabii, “N’apacağız, rezil olduk” demeye başlamış... Ki, o sırada cingöz bir danışman devreye girmiş, “Sıkmayın canınızı efendim” demiş, “Hazır bugün
10 Kasım... Obama’yı Anıtkabir’e götürelim, Atatürk’ü diriltmesini isteyelim... Diriltemezse dünyaya rezil
olur, diriltirse, siz zaten 100 metreyi 3 saniyede koşarsınız!”
*
Atatürk’ü 29 Ekim’de pastadan çıkarmıştı bu arkadaşlar... İster misin bugün de mozoleden çıksın!

Yinede Sen


yazmak gerek sadece yazmak yazarkende bazen satırlara göz yaşlarını eklemek gerek satırların ıslaklıığına birde içinizdeki sıkıntıyı siniri eklemek gerek.hayat insanı bazen öyle bir sabrını sınıyorki neye uğradığınızı şaşırııyorsunuz.o an gözün kararıyor damağın uyuşuyor ve karşınızda kim varsa onun gırtlağına sarılmak geliyor.ama derin bir nefes alıyorsun kötülükler senin iyilikler herzamn bende kalsın diyip o ortamdan sıyrılıp çıkıyorsunuz.
yazmak gerek bazen sadece yazmak herkezden hergözden uzak sevincini mutluluğunu eklemek gerek satırlara.yazarkende mutluluktan dökülmeli göz yaşların.nefesindeki heycan geçmeli o buğulu satırlara.hayat insanı sıkıntı içindeyken öyle bir yere sürüklerki hiç anlamazsın nasıl oldu bu diye.hayatına bir anda giren insan tüm metobolizmanı değiştirirr kan akışın hızlanır kalbin hızlıca çarpmaya başlar aynen sinirlendiğinde olduğu gibi gözün kararır damağın uyuşur ve karşındakine olağanca sıkı sarılırsınki ondan hiç kopmicak gibi.oan derin bir nefes alırsın ve sarıldığın insan için iyiliklerin hepsi senin gelicek tüm kötülükler bana gelsin dersin.
yazmak gerek bazen sadece yazmak şimdi tamda benim yaptığım gibi yazmak gerekki içimdeki siniri gözyaşlarımla eklediğim satırlara dökmek gerek.mutluluksa sana kalsın için rahat olsun benim içim kor ateşler gibi yanıyor.nedemiştim iyilikler hep sana kötülükler ise hep bana gelsin...